Moskova. Radyo. Kozeta Bek.

kozeta bek
Genel

Moskova. Radyo. Kozeta Bek.

Naima Nefliasheva, 2014
Çev. Murat Topçu- Papşu

SSCB Devlet Radyo ve Televizyonu’nda diaspora Çerkesleri için ilk yayını gerçekleştiren efsanevi gazeteci Kozeta Bek’in misafiriyim. Moskova Devlet Üniversitesi (MGU) Gazetecilik Fakültesi mezunu, Arapça bilen, dış yayınlar Arapça kanalı çalışanı Kozeta Bek 1950’lerden itibaren önceleri ayda bir, sonra her perşembe 21.00’de başlayan programıyla Çerkes diasporasına seslendi.

Türkiye’de, Suriye’de, Ürdün’de, İsrail’de yaşayan Çerkesler 1950-1960’lı yıllarda radyoların başında onun “Şüıpçıha ş’ü! (İyi akşamlar!) Mikrofonda Kozeta Bek” anonsunu duymak için beklerlerdi. Onun sesi Sovyetler Birliği ve diaspora Çerkeslerini birleştiren tek bağdı. Kozeta Bek’in masası her zaman Çerkeslerden gelen mektuplarla doluydu; bütün Arapça kanalı o kadar mektup almıyordu. Ve her mektup ayrı bir insanlık hikâyesiydi; fotoğraflar, akrabalarını bulma ricaları, anadilini öğrenme istekleri, her mektupta dinmeyen vatan hasreti …

Kozeta ile sohbet ilginçti. Akıllı, etkileyici, sakin, ilkeli, gerektiğinde sözünü esirgemeyen bir kadın. Zamanında politikayı takip eder, insanların, ilişkilerin ve sözcüklerin değerini bilirdi. Onun hikâyesinde bütün bir çağ, hatta çağların dönüm noktaları var. Stalinizmin sonu ve yumuşama döneminin başlangıcı var. Kozeta’nın tanık olduğu dönemi ve kendisini anlattığı hikâyesine kulak verin.

Kozeta olmaya karar verdim.

Aslında Çerkesçe adım Aslankoz. Kısaca Koz derlerdi. Okulda çocuklar beni “koza-dereza” (ünlü bir Rus masalının adı ve kahramanı – ‘belalı keçi’ – Ç.N.) diye kızdırırlardı. Bu yüzden üst sınıflardan kızlarla Hugo’nun Sefiller romanını okurken oradaki Cossette adlı kahramanın adını örnek alıp Kozeta olmaya karar verdim.

Adıgey’in Natuhay köyüne doğdum. Büyük dedem Kuyhacı Bek Rus ordusunda subaydı. Dedem de, söylediklerine göre, varlıklı biriymiş, değirmeni varmış. Babam Hacı Rahiy erken öldü. Annem Şihansur Harate aslen Anapa yakınlarındaki Suvorovo-Çerkesski köyündendi. Çerkesler oraya Hatramtuk der.

Annem parti eğitmeniydi. Rostov Komünist Yüksek Öğretim Okulu mezunuydu. Sonradan Maykop’a yerleştik. 1936’da Adıgey Özerk Bölgesi’nin merkezini Krasnodar’dan Maykop’a taşıdıklarında bütün Adıgey Özerk Bölgesi parti eliti de oraya taşındı. Maykop’ta iki otelde kalıyorlardı.

 

Genç Mühendis Kozeta Bek’in Kapalı Enstitünün Onur Panosunda Asılı Fotoğrafı. Moskova. 1952.

Hatırlıyorum, 1937 yılında bir gün içinde bu otellerden birinde kalanları
tutukladılar. Bir kişi bile bırakmadan hepsini. Annem erken öldü, ben de anne babasız kaldım. Beni Natuhay köyüne götürdüler. Tahtamukay köyündeki okula gittim.

Kozeta, annesi Şihansur (ortada) ve kız kardeşi Hayret.

16 yaşında iki yıllık Krasnodar Devlet Pedagoji ve Öğretmen Enstitüsü’ne girdim, fizik-matematik bölümünü bitirdim. Dayım Şiham Harate Adıgey Muhabere İdaresi’nin başındaydı. Bana Moskova Muhabere Mühendisliği Enstitüsü’ne girmemi tavsiye etti. Girdim ama ancak bir yıl okuyabildim. Müspet bilimler, malzeme mukavemeti vs. ruhuma uygun değildi… Moskova’da bir okulda çalışmaya başladım, 1948-1949 yıllarıydı.

Güle güle, Kozeta Rahiyevna!

421 №lu okuldaydım. Okul Moskova’nın holiganlığıyla ünlü semtindeydi. Semtte SSCB’nin her köşesinden gelen işçilerin yaşadığı barakalar vardı. Okulda kıdemli piyoner lideri ve 5-6. sınıfların matematik öğretmeni olarak çalışıyordum.

Öğrencilerimin hangi şartlarda yaşadığını öğrenmeye karar verdim ve dehşete düştüm: Büyük, uzun kütük kulübelerde aileler toplu halde yaşıyordu. Sert yaşam kuralları hüküm sürüyordu, çocuklar korkunç şartlarda büyüyorlardı. Sonuçta da kimseyi dinlemiyor, kimseyi saymıyorlardı. Onları tiyatrolara, Moskova nehrinde vapur gezilerine götürmeye başladım. Bir keresinde gezide bizimle birlikte Suvorovlular vardı, eğiticileri onları zapt edemiyordu. Benim öğrencilerim ise çok düzgün davrandılar. Öğrencilerimi çok seviyordum, onlar da bunu hissediyordu, onlara anne babalarından göremedikleri ilgiyi gösteriyordum. Bana her gün tramvay durağına kadar eşlik ediyor ve ardımdan “Güle güle, Kozeta Rahiyevna!” diye bağırıyorlardı.

Onlara dama, çocuk oyunları almıştım, büyük teneffüste biraz oynayabilmek için piyoner odasına koşuyorlardı.

Sonra vereme yakalandım ve okulda bu hastalıkla çalışmak mümkün olmadığından beni işten çıkardılar. Oturduğum daireden de çıkarmaya kalktılar, kimse veremli kiracı istemiyordu. Komünist Parti Merkez Komitesi’ne yazıp yardım istedim. İki gün sonra bana iş buldular, birkaç yer önerdiler. Beni iletişim uydularıyla ilgilenen Bilim Araştırma Enstitüsü’ne yerleştirdiler. Bilimsel enformasyon şubesinde mühendis oldum. Burası Posta Kutusu № 241 olarak anılan Kapalı Enstitü’ydü, sonradan Moskova Telsiz Haberleşme Bilimsel Araştırma Enstitüsü (MNİİRS) oldu.

Bu enstitüde iyi çalışıyordum, işimden memnundum. Bu sırada tedavi olmaya devam ediyordum. Her yıl üç ay Gürcistan-Türkiye sınırındaki Abastumani kasabasına, Verem Enstitüsü’nün sanatoryumuna gidiyordum. Bir süre sonra bu seyahatler amirimin canını sıktı, personel şubesi amiri beni çağırdı ve “Babanızın zengin olduğunu saklamışsınız. Sizi işten çıkarıyoruz!” dedi. Ben de “Buna cüret etmeyin, annem SBKP Adıgey Bölge Komitesi’nde parti çalışanıydı, Merkez Komitesi’ne giderim. Orada insanlar var, vahşi hayvanlar değil, bana yardım ederler” diye karşılık verdim. Neyse ki beni işten çıkarmadılar.

Mühendislikten Gazeteciliğe

1953 yılında Moskova Devlet Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi akşam bölümüne girdim. İşten bana iyi bir referans mektubu verdiler. Dekanımız Yasen Zasurski’ydi. Sınıf arkadaşlarım İkinci Dünya Savaşı’na katılmış eski askerlerdi. Alman komünist yazar Johannes Becher’in kızı Marianna arkadaşımdı. Bir gün “Kozeta, kiralık odalarda çok sıkıntı çekiyorsun. Benim yanıma taşınsana” diye beni yazar evine davet etti. Bir süre sonra Marianna’nın yanına taşındım, o zaman yalnız yaşıyordu. Soğuk su, sıcak su, küvet, ayrı mutfak, o zaman bunlar benim için çok fantastikti! Tedaviye devam ediyordum ve yılın üç ayını Abastumani’de geçiriyordum.  

Bitirme tezi olarak “Ulusal Bağımsızlık Mücadelesinde Mısır’ın ‘Cumhuriyet’ Gazetesi” konusunu seçtim. O sıralar Nasır ve devrim zamanıydı. Mısır yeniden kuruluyordu ve Sovyet gençliği Nasır’ın reformlarıyla yakından ilgiliydi. Arap uzmanı değildim, Arapça bilmiyordum, Doğu Dilleri Enstitüsü’ne (şimdi M.V. Lomonosov Moskova Devlet Üniversitesi’ne bağlı İSAA – Y.N) gitmeye başladım. Bir yıl sonra Arapça gazeteleri okuyabiliyordum. Tez savunmamı başarıyla geçtim. Arap basını hakkındaki bitirme tezim Gazetecilik Fakültesi tarihinde bu tarzda yapılmış ilk çalışmaydı.

Ardından beni hemen radyoya, Dış Yayınlar Arapça bölümüne aldılar. O zaman Arapça bölümü kurulalı on yıl olmuştu. Baş editörü Yevgeni Primakov’du; genç, enerjik, yetenekli biriydi.

Beni yayın editörü yaptılar; bu çok zor bir işti. Spikerlerin doğru okuyabilmeleri için bütün editörlerin metinlerini zamanında vermesinden sorumluydum (Spikerlerimiz Suriyeli, Mısırlı, Iraklı Araplardı; her Arap ülkesi için Arapçanın belli bir lehçesini bilen spiker vardı). Arapça haber metninin, çevrildiği Rusça metne uyup uymadığını kontrol ediyordum. 

Bir yıl geçmeden bölüme Iraklı bir Çerkesten mektup geldi. Kafkasya’yı ve Çerkesleri anlatmamızı istiyordu. Yevgeni Primakov’a “Çerkesler hakkında bir program yapayım” teklifini götürdüm. Primakov anadilimi bilip bilmediğimi sordu. Bildiğimi söyleyince “Sorun Cevaplayalım” programlarından birini SSCB Çerkeslerine ayırmaya karar verdi. Program 1959 ya da 1960 yılında gece 23.00’de yayınlandı ve 20 dakika sürdü.

Kozeta Bek’in Çerkes Perşembeleri

Yevgeni Primakov’un desteğiyle yapılan bu ilk yayında SSCB’deki Çerkesleri, Adıgey Özerk Bölgesi’nde, Karaçay-Çerkes Özerk Bölgesi’nde, Kabardey-Balkar Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nde yaşadıklarını anlattım. Kendi yazımız ve anadilimizde ders kitaplarımız olduğunu, Çerkeslerin SSCB’nin her şehrinde, istedikleri her alanda eğitim alabildiklerini özellikle belirttim.

Bu yayını İsrail’in Rihaniya ve Kfar-Kama köylerinde dinlemişler. İki hafta sonra radyoya Kfar-Kama’dan Yahya Şeucen’den bir mektup geldi. Yahya o zaman 20’li yaşlardaydı. Zarfın üzerindeki adresi görünce çok duygulandım: “Moskova. Radyo. Kozeta Bek” yazıyordu.

 

Yahya “Eşim senin programını dinlerken hüngür hüngür ağlıyordu, dört yaşındaki kızım da söylediğin her kelimeyi ardından tekrarlıyordu!” diye yazıyordu. Mektupta 14 soru soruyordu: Çerkesler nasıl yaşıyorlar, SSCB’de akrabaları var mı, Adıgey’de hangi Çerkes köyleri var… Zira diaspora Çerkesleri o zaman anavatanlarına karşı büyük bir bilgi açlığı çekiyordu. Çoğu, Kafkasya’da uzun zamandır hiç Çerkes kalmadığından, hepsinin Sibirya’da öldüğünden emindi.

Kozeta ile yazışan, İsrail’in Kfar-Kama köyünden Yahya Şeucen. 1960.

Yahya Şeucen’in fotoğrafının arka yüzü.

Ayda bir kez yayına çıkmaya ve Yahya’nın bana sorduğu 14 soruya ayrıntılı cevaplar vermeye başladım. Primakov bana övgüler düzüyordu, ben de böyle bir yöneticiyle çalışmaktan memnundum.

Radyoda bir de hiciv gazetesi vardı. Oraya da yazmaya başladım. Önceleri Hoca Nasreddin hakkında meseller yazıyordum. Bugünkü Arap Doğusu’nda seyahatler ediyordu ve bu yeni dünyayı onun gözünden tasvir ediyordum.

“Sorun Cevaplayalım” programlarında da ayda bir kez yayına çıkıyordum. Bir gün Suriyeli bir Çerkes köylüden mektup aldım. Köyde sadece onda radyo olduğu için bütün köy halkının onun evinde toplanıp programımı dinlediklerini yazıyordu. Mektupta programın sürekli ve daha sık olmasını istiyordu.

SSCB Ürdün Elçisinin Mektubu

Bölüm şefi Haçatur Grigoryan’a (Primakov o zaman Pravda’ya geçmişti) Çerkes diasporası için haftada bir yayın yapma teklifiyle gittim. “Ancak cesedimi çiğnersen!” dedi. “Biz sadece Araplar için yayın yapıyoruz, Arap Doğusu’nda yaşayan diğer halklar – Kürtler, Çerkesler, Ermeniler– için radyomuz özel zaman ve yayın ayıramaz.”

Olacak bu ya, tam o sıralarda Komünist Parti Merkez Komitesi’ne Ürdün’deki Sovyet elçisinden bir mektup geldi. Sanırım 1961-1962 yıllarıydı.[1] Diaspora Çerkeslerine yönelik ayrı bir radyo yayınının çok gerekli olduğunu, bunun ideolojik ve stratejik açıdan SSCB için önemli olduğunu yazıyordu. Ürdünlü Çerkesler ona mektup yazmaya başlamışlar: “Biz artık SSCB’den insanları kardeşlerimiz sayacağız! Bize yıllarca bütün Çerkesleri Sibirya’ya götürdüklerini, orada hepsinin öldüğünü söylediler, ama Kozeta Bek’in programı sayesinde artık öyle olmadığını biliyoruz.”

Ürdün Sovyet elçisinin mektubu SBKP Merkez Komitesi üzerinde etkili oldu ve Arapça bölümü yönetimine diaspora Çerkesleri için yayına başlama talimatı verildi. Her perşembe 21.00’de düzenli olarak yayına çıkmaya başladım. Benim için çok büyük mutluluktu! Sovyet radyosunda spiker sistemi vardı, bu nedenle benim sesim sadece yayının başında, dinleyicileri Çerkesçe selamlarken duyuluyordu, hazırladığım metinleri ise spikerler okuyordu. Bunlar Arap ülkelerinden gelen komünistlerdi.  Hem yaşlılar hem gençler bana içten, çok dokunaklı mektuplar yazıyorlardı. En çok Kafkasya’daki akrabalarını merak ediyorlardı. Türkiye’den, İsrail’den, Kosova’dan yazanlar da vardı. Moskova Radyosu yönetimi beni Kafkasya’nın bu bölgelerine görev gezilerine gönderiyor, ben de köyleri dolaşıyor, soyadlarına göre akrabaları arıyordum.

Bana anavatanda nasıl eğitim alınabileceğini, anadilde tiyatroları, repertuvarlarını, kültürü, yazarları soruyorlardı. Adıgey’den ve Kabardey-Balkar’dan SBKP kongre katılımcılarının ses kayıtlarını alıyor, sonra bunları programda yayınlıyordum.

Bir gün İsrail’den bir mektup geldi. Çerkes köylerinden birinde kulüp kurduklarını, Çerkes okulu açtıklarını, ‘Çerkes’ adında bir yerel gazete çıkarmaya başladıklarını yazıyordu. Çerkesçe ders kitapları istiyorlardı. Radyonun bütçesinden 300 ders kitabı alıp İsrail’e gönderdim. Kitaplar Kiril alfabesiyle olmasına rağmen oralı Çerkes öğretmenler metodunu çok çabuk kavradılar ve kendileri Sovyet ders kitaplarından Çerkesçe öğretmeye başladılar. Sık sık insanlara Çerkes şarkı ve müzik kayıtları ile plaklar yolluyordum. Özellikle Roza Şevoj ve Umar Thabısım’ın şarkılarını seviyorlardı.

Bir keresinde Ürdünlü Çerkesler bana davetiye yolladılar, ama ben değil Haçatur Grigoryan gitti. Döndüğünde heyecanla anlatıyordu: “Ürdünlü Çerkesler beni Kosıgin’den[2] daha iyi ağırladılar!” Oysa daha birkaç yıl önce diasporaya yayın yapılmasına karşı çıkıyordu!

Ne yazık ki programlarım sansüre de uğruyordu. Genellikle metinlerden duygulu doğa tasvirlerini çıkarıyorlardı, genelde benim kişisel duygusallıklarım da hoş karşılanmıyordu.

1967 yılında, aralarında bölüm başkan yardımcısı İgor Şeptunov’un da olduğu birkaç gazeteci Suriye’ye gittiler. Şam’da dolaşırlarken yasak bölgeye girmişler, devriyeler de Amerikan ajanı zannederek bunları yakalamış. Moskova radyosunda çalıştıklarını söyleyince askerlerden biri “Kozeta Bek’i tanıyor musun?” diye sormuş. Şeptunov “benim iş arkadaşım” diye cevap verince serbest bırakmışlar.

Bir gün doğrudan iş yerime, giriş kapısına Semih Thabısım geldi. Türkiye’den gelmişti. Okuduğu uluslararası enstitüden MGİMO’ya (Moskova Devlet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü) geçmek istiyordu. O gün radyoya yabancıları getiriyorum diye iyi bir zılgıt yedim. Üstelik, bundan kısa süre önce Moskova’da okuyan Suriyeli Çerkes subaylar da ziyaretime gelmişti.

Semih’i Türkiye’de okuduğu okulu bitirmesi için ikna ettik. Sonradan Adıgey’e döndü ve bir süre Adıgey Eğitim Enstitüsü’nde öğretmenlik yaptı.

Kozeta Bek’in programı nereye kayboldu?

Sık sık Türkiyeli ya da Ürdünlü Çerkeslerin Moskova’nın en iyi kliniklerinde tedavi görmelerine yardım ediyordum. Bir keresinde Helmholz Göz Hastalıkları Enstitüsü’nde ameliyat sırasında çevirmenlik bile yaptım.

İzne ayrıldığımda yayına programlarımın tekrarını koymaya başlamışlar. Fakat bir süre sonra yöneticilerden biri, Savin, birden kayıtları koymamaya karar vermiş. İzinden döndüğümde programı kaldırmaya hazırlanıyorlardı. Haçatur Grigoryan’ın dediğine göre, SBKP Merkez Komitesi’nden aramışlar. SSCB Ürdün büyükelçisi telefon etmiş, Ürdün başbakanı Kozeta Bek’in programının nereye kaybolduğunu soruyormuş! Elbette, yüksek makamlardan gelen bu sorudan sonra programı kaldırmadılar.

Bizim bölümde, bütün bunlardan başka Arapçadan Rusçaya piyesler çeviriyordum. Bunlar arasında Mısır’da çok yoksul bir köylünün hayatını, Nasır’ın iktidarında sıradan insanların nasıl imkanlar elde ettiğini anlatan “Piramitlerin Eteğinde” adlı piyes de vardı. Bu piyesi bir çalışanımız, rejisör Svariçevski radyo için uyarladı. Onu Maykop’a davet ettiler. Adıgey Bölge Dram Tiyatrosu ekibiyle iki ay birlikte çalıştı. Piyes görülmemiş bir başarı kazandı. Ama Svariçevski Adıgeyli tiyatrocuların çalıştığı koşulları – daracık soyunma odaları, yetersiz prova mekânı – görünce şaşkınlığa düştü. Svariçevski’yle birlikte Adıgey Parti Bölge Komitesi’ne gittik. Bize yeni yapılan tiyatro binasında sanatçıların iyi koşullara kavuşacağı sözü verdiler. Ve bölge komitesi birinci sekreteri sözünü tuttu…

Radyoda Arapça bölümünde on iki yıl çalıştım. Harika zamanlardı, çalışma arkadaşlarım üst seviyede profesyonel, harika insanlardı. Sovyet devleti kudretini gözlerimizin önünde kazandı, gelecekteki çöküşün ilk emareleri de yine o zaman görülüyordu. 

“Çerkes Perşembeleri” her zaman benim mutluluğum ve en güzel anılarım olarak kalacak…

[1] Kozeta muhtemelen tarihte yanılıyor. Büyük Sovyet Ansiklopedisi’ne göre, SSCB ve Ürdün arasında diplomatik ilişkiler 20 Ağustos 1963 tarihinde kuruldu. Bu nedenle mektup 1964-1965 yıllarında yazılmış olmalı. Bu yıllarda SSCB Ürdün elçisi Pyotr Konstantinoviç Slyusarenko idi (Yazarın Notu).

[2] Aleksey Nikolayeviç Kosıgin, Sovyet siyaset ve devlet adamı, SSCB Bakanlar Konseyi başkanı (1964-1980), SBKP MK Politbüro ve Prezidyumu üyesi (1948-1952; 1960-1980).

Kfar-Kama Çerkes Spor Kulübü’nün girişinde Yahya Şeucen Kozeta Bek’ten gelen mektubu okuyor.

Kaynak: Sovetskaya Adıgeya, 22 Ağustos 2020

1 Ağustos 2017’de Adıgey Cumhuriyeti Beşeri Araştırmalar Enstitüsü’nde (ARİGİ) Kozeta Bek onuruna bir sergi açıldı. 13 Aralık 2017’de Moskova’daki Adıgey Cumhuriyeti Temsilciliği’nde RF devlet başkanının da katıldığı törenle Kozeta Bek’e devlet nişanı ve Adıgey Cumhuriyeti fahri gazetecisi ünvanı verildi. Kozeta Bek Nisan 2021’de 93 yaşında Moskova’da yaşamını yitirdi. Cenazesi Maykop’a getirilerek defnedildi.